top of page

Ekofeminizm Nedir?


Dünya Günü’nde yazıyorum bu yazımı.


Bugün çoğumuzun geri dönüşümü desteklediğimiz ve ağaçları, vahşi yaşamı ve ırmakları kutladığımız bir gün. Çevreci ve ağaç koruyucu biri olarak da Dünya Günü’nün bu klasik çağrışımlarını elbette takdir edebilirim.


Fakat günümüzün çevre meseleleri su yollarımızdan ve ormanlarımızdan çok daha geniş bir alanı kapsamakta.


Çevre problemlerinin feminist bir objektiften sorgulanması; cinsiyet sorunları ile  sosyo-ekonomik ve çevresel sorunların kesişen noktalarını görmemize olanak sağlar.


Bu ortak kesişim noktalarını inceleyen ve açıklayan çalışmalar da ekofeminizm olarak adlandırılırlar.


Her ne kadar tek bir tanımı olmasa da ben bunu; çevresel bozulmanın ve iklim değişikliğinin toplumlar ve toplumun fertlerini, onların sosyo-ekonomik durumları ve cinsiyetleri temelli olarak nasıl etkilediğini sorgulayan feminizm olarak tanımlamayı tercih ediyorum.


Ekofeminizmin bu kıymetli ve kesişimsel perspektifinin Dünya Günü’nün yeşil çılgınlığı arasında kaybedilmemesi gerekmektedir.


Kadınlar ve Küresel İklim Değişimi


Doğal afetler ve kaynak kıtlığı ilk olarak ve en kötü biçimde yoksul toplumları olumsuz yönde etkilemektedir. Kadınlar, açlık sınırının altında yaşayan insanların tahmini olarak %70’ini oluşturmaları sebebiyle iklim değişikliği ve çevresel bozulmanın karşısındaki en savunmasız grup durumundadırlar.


Gelişmekte olan ülkelerdeki kadınlar; yiyecek, su ve yakacak toplayıcılar olarak doğal kaynak yönetimine daha yönelimlidirler. Genç yaşlardan itibaren kadınlar, annelerine işlerinde yardımcı olmaya başlarlar.


Çevrenin bozulmasıyla kaynakların kıtlaşması sonucu, su aramaya daha fazla zaman ayırabilmek için veya belki de sadece hasat döngülerinin artık tahmin edilebilir olmaktan çıkması sonucu okul için gereken paraya artık sahip olmamaları dolayısıyla kadınlar çok daha az bir okuma oranına sahipler.


Bunun doğurduğu yoksulluk döngüsünü de tahmin edebilirsiniz.


Birincil doğal kaynak yöneticileri olarak bu kadınlar özellikle çevresel adaptasyonu yönetme konusunda iyi donanımlıdırlar.


Ancak çocuk bakımı ve su bulma gibi ücret karşılığı yapılmayan işleri değersiz gören geleneksel ve ataerkil cinsiyet rolleri dolayısıyla kadınların iklim değişikliğine adaptasyon konusundaki özelleşmiş, zekice ve etkili olan bilgileri genelde ya saygı görmez ya da çoğu toplumun karar alma süreçlerinde dikkate dahi alınmaz.

sef

Fotoğraf: End Water Poverty  


ABD’de Çevresel ve Sosyal Adaletsizlik


Çok uzakta değil, hemen dibimizde, düşük gelirli toplumlar ve deri rengi dolayısıyla azınlık durumundaki topluluklar çevresel adaletsizliğin en büyük yükünü çekmekteler.


Mossville, Louisiana’yı örnek olarak alalım.


Küçük, kırsal ve ağırlıklı olarak Afro-Amerikan’ların yaşadığı kasaba; yapılan kömürlü enerji santrali, yağ rafinerileri ve diğer kimyasal üretim tesislerine ek olarak, Amerikan vinil plastik üreticilerinin odak noktası haline geldi.

Bu tesislerin tümü; Mossville’in toprağına, havasına ve suyuna karışan 1,8 tondan fazla kanserojen toksik madde üretti. Halkın bu toksinlere maruz kalışı yüksek astım oranından kanser salgınına kadar birçok ciddi sağlık problemlerine yol açtı.

Böylesi tesislerin Washington D.C. gibi büyük şehir merkezlerinde değil de düşük gelirli ve deri rengi beyaz olmayan insanların yaşadığı kasabalarda kurulmuş olmaları da elbette bir tesadüf değildir.


Mossville, Louisiana çevresel ırkçılığın çok açık bir örneği olarak önümüzde durmaktadır.


Toksik Adaletsizliği


Çevresel ve sosyal adaletsizliğin önemli bir örneği olan toksik kimyasallara maruz kalma da hemen gözümüzün önünde yaşanmakta.


Bilimsel kanıtlar gösterdi ki havadaki, sudaki ve her gün kullandığımız mobilyalardan tutun da kişisel bakım ve temizlik malzemelerine kadar her şeyin içinde olan kimyasallar aynı zamanda üreme sağlığımızı ve doğurganlığımızı da olumsuz yönde etkiliyor.


Bu korkunç haber bizleri, sürüsüne bereket büyük bir bahar temizliği planlamakta olan yahut her birkaç haftada bir tırnaklarını boyayan insanları da elbette etkiliyor etkiliyor.


Peki ya ev temizliğini ya da tırnak boyama işini bir meslek olarak yapıyorsanız? Bu durumda toksik maddelere maruz kalmanızın sürekli ve daha şiddetli olması kaçınılmaz olacaktır.


Ten rengi beyaz olmayan kadınlar ve göçmen kadınlar yüksek düzeyde ve tehlikeli toksik kimyasallara maruz kalınan işlerde çok daha fazla çalışmaktalar.

Ve tekrar, bu ten rengi beyaz olmayan düşük gelirli kadınların bu kimyasallara orantısız biçimde maruz kalışı elbette bir tesadüf değildir ve ekofeminist bakış açısı bu gerçeği aydınlatmada büyük bir rol oynamaktadır.


Ekofeminizmi Dünya Günü’nde ve Sonrasında da Uygulamak


Irkçılık, cinsiyetçilik ve sınıfçılık gibi baskıcı toplumsal yapıları anlamamızı kolaylaştırması açısından ekofeminizm merceği çevresel meseleleri ele almada yardımcı olan bir bakış açısıdır ve bu kötü durumdan en çok etkilenen doğanın sağlığı açısından çok önemli bir rol oynamaktadır.


Öyleyse şimdiden itibaren, arkadaşlarınızla geri dönüşümü tartıştığımız zaman düşündüğümüz tek şey geri dönüştürülemeyen materyallerimizin nereye gittiği olmasın.

Daha derine dalalım ve hangi toplumların bizim geri dönüştürülemeyen atıklarımızın biriktirildiği yerlere yakın yaşamak zorunda olduğunu da düşünelim.


Sonra daha da derine dalalım ve bu alanlara yakın yaşamanın onların sağlıklarını ve refahlarını nasıl etkilemiş olabileceğini ve gerekli olduğu zaman bu insanların sağlık olanaklarına erişimlerinin olup olmadığını sorgulayalım.


İşte bu, ekofeminizmin diğer konularla da kesişen doğası…


22.04.2013 – Sara Alcid


Çeviren: Yunus Emre Şebin



bottom of page