top of page

Organikten GDO’ya Tohumun Dönüşümü

Organik, yapay, hibrit, atalık, GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma)’lu, yerli, geleneksel… Yalnızca isimleri bile kafa karıştırıcı olan bu tohumlar hakkında ne biliyoruz? Farklarından, olumlu veya olumsuz yanlarına kadar konu birçok bilgi kirliliği barındırıyor. Bu yazımızda temel hatlarıyla tohumlardan bahsedeceğiz.


Yerli Tohum

Yerli tohum; atalık tohum, organik tohum ya da geleneksel tohum olarak da bilinir. Ülkemizdeki organik tarım yönetmeliğinde organik tohum şu şekilde tanımlanmıştır; genetik olarak yapısı değiştirilmemiş (GDO’suz), döllenmiş hücre çekirdeği içindeki DNA dizilimine dışarıdan müdahale edilmemiş (hibrit olayı), sentetik pestisitler, radyasyon veya mikrodalga ile muamele görmemiş biyolojik formunda olmalıdır. Nesilden nesile bu topraklarda atalarımızın ekip biçtiği saf tohumlar. ülkemizin toprak özelliklerine ve hava koşullarına alıştığından hastalıklara karşı direnç geliştirebilmişlerdir.


Atalık tohumlardan üretilen meyve ve sebzeler daha lezzetlidir ve vitamin, lif ve protein miktarının fazla olduğu konusunda yoğun bir argüman var. Renklerinden de kendilerini fark ettirirler. Hiçbiri birbirine benzemez ve kendi karakteristik özelliklerine sahiptirler.

Doğal ve Genetiği Değiştirilmiş Domates

Birleşmiş Milletler Dünya Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) “Dünyada Beslenme ve Gıda Güvenliğinin Durumu” başlıklı son raporuna göre dünya üzerinde 821 milyon insan açlık çekiyor. Bir başka ifadeyle yeryüzündeki her dokuz insandan biri yetersiz besleniyor. Kuraklığın sonucu artan kıtlık, özellikle Afrika’daki açlık sorunun en önemli nedenini teşkil ediyor. FAO Direktörü Jose Graziana da Silva  “İklim değişikliğinin etkisi o kadar güçlü ki, geçmiş yıllarda yakalanan olumlu ivme ne yazık ki yerle yeksan oldu” sözleriyle durumun ne kadar kötüye gittiğini anlatıyor.


Yerli tohumlar sadece elverişli topraklarda yetiştirilebilir. Bu nedenle daha çok emek isteseler de kısır olmadıkları, doğurgan oldukları için her sene tekrar verim alınabilmektedir. Değişen hava ve toprak şartlarına dayanıklı, raf ömrü uzun hibrit çeşitlerin tercih edilmesi yerli çeşitleri de tehlikeye sokuyor. İnsanların farklı ekolojilerde üretilen ürünleri talep etmeleri ve yüksek fiyata alıcı bulan ürünlerin yetiştirilmek istenmesi üzerine yerli tohum yerini, geniş alanlarda yetiştirilebilen ve yetişmesi kısa zaman alan yapay hibrit ve GDO’lu tohumlara bırakıyor. Hatta gen bankaları tarafından muhafaza edilmedikçe yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor.


Hibrit Tohum

Hibrit tohum, melez tohum, karma tohum; halk arasında kısır tohum, İsrail tohumu, çekirdek vermeyen tohum gibi isimlerle de anılır. F1 olarak da duyabilir, görebilirsiniz. Aynı türe ait iki farklı bitkinin çaprazlanmasıyla elde edilir.


Hibrit meyve ve sebzeler yerli tohumlar gibi mevsiminde ve zamanında yetiştirilemediğinden protein, mineral ve lifler açısından zenginliğini kaybettiği, ama anne ve baba tohumların bir araya gelmesiyle üretildiğinden GDO’lu tohumlar kadar zararlı olmadığı söylenir. Oysaki gezegendeki yaşamın başlangıcından beri her şey genetik olarak belirli özelliklerini elde etmek için evrimleşmiştir. Bu nedenle tüm bitkiler melezdir. Bilim adamları ve uzmanlar arasında da tüm meyve, sebze ve hayvanların da melez olduğu kanısı yaygın olarak kabul edilmektedir.

İstenen genotipin ıslahı için introgresif hibridizasyon

Sanıldığının aksine hibrit tohumlar kısır değildir, tohum vermeye devam eder. Ancak ikinci yıl elde edilen bitkiler ve meyveleri ilk yıl üretilmiş tohumun bitki ve meyveleri ile alakası olmayan karakterler gösterir. İstenilen özelliklere sahip olması garanti değildir. Hibrit tohumun verdiği tohumun farklı olması nedeniyle üretici standart bir üretim düzeni sağlayamaz.

Hibrit tohumun nasıl anlaşılacağı aslında çok basittir. Çünkü piyasada bulunan pakete girmiş, bir marka taşıyan, üzerinde “5553 sayılı tohumculuk kanununa uygun olarak hazırlanmış ve ilaçlanmıştır, yemeklik olarak ve hayvan yemi olarak kullanılamaz” ibaresi olan ürünlerin tamamı hibrittir. Yani satılan tohumların tamamı sertifikalı ve hibrittir.


GDO’lu Tohum

Organik tarım yönetmeliğinde GDO; Çiftleşme ve/veya doğal melezlemelerle, yani türlerin kendi içindeki gen alışverişleriyle meydana gelmeyen, biyoteknolojik yöntemler kullanılarak farklı türlerden ve mikroorganizmalardan alınan genlerle yeni bir genetik materyal kombinasyonu yaratılmış olan herhangi bir canlı organizma, şeklinde tanımlanmıştır.


Binlerce yıldır geleneksel ıslah yöntemleriyle uygun özelliklere sahip bitkiler üretilmektedir. Arzu edilen özellikler, nesiller boyunca tekrarlanan cinsel geçişlerle seçilir, birleştirilir ve yayılır. Bu, yeni çeşitlerin üretilmesi 15 yıla kadar süren uzun bir süreçtir. Genetik mühendisliği, bu sürecin az sayıda genin dahil edilmesiyle oldukça hedeflenmiş bir şekilde hızlandırılmasına izin vermekle kalmaz, aynı zamanda bitki türleri arasındaki cinsel uyumsuzluk bariyerini aşabilir ve mevcut gen havuzunun boyutunu büyük ölçüde artırabilir. 


Gelişmekte olan dünyamızda, 840 milyon insan kronik olarak yetersiz besleniyor ve günde 8000 kJ’den (2000 Kcal / gün) daha az bir enerjiyle hayatta kalıyor. Yaklaşık 1,3 milyar insan günde 1 ABD dolarından daha az bir parayla yaşıyor ve gıdaya güvenli erişimleri yok. Bunların birçoğu, kendi geçimlerini sağlamak ve geçimlerini sağlamak için tamamen küçük ölçekli tarıma dayanan, gelişmekte olan ülkelerdeki kırsal çiftçilerdir. Genellikle mahsullerini sulamayı, herbisit veya böcek ilacı satın almayı karşılayamazlar. Bu da kötü mahsul büyümesi, düşen verim ve zararlılara duyarlılık gibi bir kısır döngüye yol açar. Ek olarak, dünya nüfusunun önümüzdeki 40 yıl içinde ikiye katlanacağı ve bireylerin %95’inden fazlasının gelişmekte olan ülkelerde doğacağı tahmin ediliyor. Artan bu taleplerin karşılanması için verimli toprakların ve su kaynaklarının azalması karşısında gıda üretiminin en az %40 artması gerektiği tahmin edilmektedir. GD tesis teknolojileri, bu sorunlarla mücadele etmek için geliştirilen bir dizi farklı yaklaşımdan biridir. Spesifik olarak, mahsul verimini artırmak için bitkileri genetik olarak modifiye etmek veya besin içeriğini doğrudan iyileştirmek için çalışmalar devam etmektedir.

GD bitkilerin üretim yönteminin bir sonucu olarak transforme edilmemiş bitkilere göre daha fazla mutasyon taşıdığı iddia edilmiştir. Genetiği değiştirilmiş bir sebzenin tüketilmesi halinde insan vücudunda nasıl davranacağı, tam olarak nelere yol açacağı bilinemediği için sonuçların tehlikeli olabileceği varsayılmaktadır. Bu nedenle bilim dünyasındaki çoğu kişi GDO üretimine şüpheyle yaklaşmaktadır. Zaman zaman bu gıdaların kansere yol açacağı iddiaları dile getirilse de bunun doğruluğunu kanıtlayan bir araştırma henüz yapılmadı.


GDO teknolojisinin en başarılı olduğu bitkiler, mısır, soya fasulyesi, pamuk ve kanoladır. Bunların yanı sıra patates, domates, tütün, pirinç, buğday, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kasava ve papaya da GDO’lu olarak üretiliyor. Muz, ahududu, çilek, kiraz, ananas, biber, kavun ve karpuzda ise çalışmalar devam ediyor. GDO’lu yiyecek yetiştiren ülkelerin başında ABD, Arjantin, Kanada, Çin ve Brezilya bulunuyor. GDO’ların ekonomik olarak getirdiği sakıncalardan biri bu ürünlerin patent hakkının tüm dünyada birkaç çok uluslu şirketin elinde olmasıdır. Bu çalışmaları yapan şirketler en büyük kazançlarını patent bedeli tahsil ederek sağlıyorlar. Çiftçi özel genlerle kısırlaştırılan tohumları her yıl yeniden almak zorunda olduğundan çok uluslu tohum üreticisi şirketlere bağımlı kılıyor.


Basının potansiyel sağlık sorunları olarak GDO’lu bitkileri gösterip halkın endişelerini arttırması, sağlık kampanyalarının benimsenmesi artık sıradan bir durum olsa da yayınladıkları bilgiler genellikle güvenilmezdir ve mevcut bilimsel kanıtları temsil etmemektedir.


Son olarak, GDO’lu mahsullere olan muhalefetin rasyonel bir şekilde tartışılmasını sağlamak için bilim insanları halkla çok daha fazla ilişki kurmalıdır. Bu genel kamuoyunu daha da güvence altına alacak, gıda ve ilaç tedarikinde mevcut ve gelecekteki zorlukların hafifletilmesine yardımcı olacak bir teknolojinin yaygın olarak kabul edilmesinin önünü açacaktır.


Yazar: İrem Baydoğan

Editör: Cengizhan Öztürk


Referanslar:

bottom of page