top of page

İnsan Gürültüsü Artık Yok Oluşun Sesi



Ekologların dediğine göre çevresel kırımla beraber doğanın sesleri ürpertici bir sessizliğe bürünüyor -- insanlığın gürültüsü gezegeni ele geçirmekte.


Avustralya’da nesli tükenmekte olan bir kuş, şarkısını kaybediyor. Çevreye hükmeden balcıgillerin yetişkin erkekleri, yavrularına karmaşık çiftleşme melodilerini öğretiyor. Lakin nüfusları azalıp yetişkinleri tükendikçe bu şarkı kültürü kayboluyor, bu durumla karşı karşıya kalan yavrular melodilerini değiştirmeye zorlanıyor. Balcıgillerin bir zamanlar söylediği yumuşak şarkılar, çeşitli bölgelerde, yerlerini diğer kuşların taklitlerine bırakmış durumda; üreme alanı elde etmek ve eş bulmak için ödünç alınmış şarkılar söyleseler de şarkılarının başarı oranları az. Bilim insanları bu gelişmenin nüfuslarının azalma hızını daha da arttırdığını ifade ediyor.




Balcıgiller gürültüden olumsuz etkilenen tek canlılar değil. Ekologların dediğine göre, insan etkinliğinin gürültüsü, Dünya’nın sesini arttırdıkça doğanın sesi korkutucu derecede kısılıyor. Örneğin kambur balinalar, gemiler yaklaşınca şarkı söylemeyi bırakıyor. Sağlıklı mercan resifleri, içlerinde bulunan su canlılarının çeşitliliği sebebiyle bir zamanlar okyanus derinliklerinin en gürültülü yerlerinden biriydi. Fakat kirlilik, yükselen sıcaklıklar ve çevresel kırımla beraber üzerlerine binen stresin artmasıyla mercan resifleri renklerini kaybediyor, zarar görüyor, sessizleşiyor ve resiflerin sesini evlerini bulmak için kullanan balıkları çekmekte zorlanıyor. 


Aynı zamanda, teknolojik gelişmeler doğal algımızın ötesinde olan sesleri duymamızı sağlıyor, iklim değişikliğinden doğan hasarın sesi gibi. Dikkatlice dinlerseniz ölen bir ağacı duyabilirsiniz. Kuraklığı andıran faktörlerde baskıcı sıcaklıklarla çevrili ölümü, araştırmacıların dediğine göre kulağa “mısır patlaması” gibi geliyor.


Gezegenimiz gürültülü. Öyle olmalı. Ekolog ve müzisyen Bernie Krause’un “biyofoni” olarak adlandırdığı, sesli türlerin kaba kakafonisi gibi. Ve “jeofoni”yi oluşturan arka plan müziği; rüzgârın uğultusu, çağlayan su, sararan yapraklar ve bölünen buzullar. Bunlara eklenen ise mekanik bir ses, “antrofoni”; insan etkinliğinin sesi. İnsanların gezegenin sesine olan bu kalıcı izi, kimyasal patlamalardan araba kornalarına; endüstriyel seslerden şehrin gürültüsüne kadar olan bu iz, istikrarla artmaya devam ediyor. 


1968 yılında Dünya’nın çevresinde doğanın seslerini kaydetmeye başladığı zamanlar Krause 1 saatlik duru ses elde etmek için sadece 15 saat boyunca kayıt yapmak zorundaydı. “Artık 1 saatlik kirlenmemiş bir doğal ses kaydı için neredeyse 2000 saat harcamak gerekli.” diyor, 2001 yılında San Francisco Dünya Gündemi Konseyinde verdiği konuşmada. Artık kayıtlarının birçoğu, tarihin tozlu sayfalarına karışmış habitat ve türleri barındıran arşivler haline geldi; geri kalanlar ise türlerin yok oluşu gözlerimizin önünde devam ederken gelecekte aynı statüye erişebilir. Krause’un tahminlerine göre doğal ses kayıtlarının neredeyse %70’i yok olmuş habitatlardan oluşuyor. 


Doğal seslerimiz sessizleşirse bizim kaybedeceğimiz ne var?


Ses, çevremizle özdeşleşmemizi sağlayan ve bize daha iyi bir mekân algısı kazandıran kritik bir duyu. Fakat aynı zamanda, bundan çok daha fazlası. Öncelikle, ses ekolojik sağlığın bir göstergesi olarak hayati önem taşımakta. “Doğal yaşamın en önemli kaynaklarından biri onun sesi, bir diğer adıyla doğal ses manzarasıdır.” diyor 55 yılını bu ses manzaralarını kaydetmekle geçirmiş olan Krause. Sağlıklı bir ekosistem, çeşitli bir ekosistemdir. Fakat türler tükendikçe günümüz ses manzaraları çeşitliliğini kaybediyor. Krause’un Sierra Nevada dağlarında bulunan Lincoln Çayırında aldığı kayıtlar bunun kanıtı. Bir odun şirketi, seçilmiş birkaç ağaç keserse yerel vahşi yaşamın etkilenmeyeceği konusunda sakinleri temin etmişti. Krause kesimden önce ve sonra kayıt aldığında ise seslerin çeşitliliğinin sadece yok olmakla kalmadığını, 25 yılın ardından sonra bile kesimden önceki hallerine dönemediğini keşfetti.


Bu hızlı azalma şüphesiz ki doğal kaynakları korumak açısından bir sorun oluşturmakta. Doğal ses manzaraları bilgi açısından zengindir, sesleri kısıldıkça içlerinde bulunan ve doğal yaşam için kritik önem taşıyan bilgiler de yok olur. Bu sesleri dinleyerek -ağaç yapraklarına yerleştirilmiş küçük kayıt cihazlarıyla, okyanusun altında veya ağaç gövdelerinin boşluklarına saklanarak elde edilen bu sesleri- bilim insanları yalnızca tekil türleri gözlemleyip yenilerini keşfetmekte kullanmayıp ,ayrıca bir ekosistemi var eden karmaşık türler arası ilişkileri de gün yüzüne çıkartmakta da kullanıyor.


“O kadar görsel bir türüz ve görselliğe o kadar yüksek bir önem veriyoruz ki sesi, değişimi inceleyip ölçmek için kullanabileceğimizi unuttuk.” dedi Bryan Pijanowski, Indiana’daki Purdue Üniversitesi'ndeki meslektaşlarıyla beraber “ses manzarası ekolojisi” adındaki görece yeni alanın kurucusu olan hava ekoloğu. Bu, kaydedilmiş ses manzaralarının yapay zekâ yardımıyla deşifre edildiği bir biyo-akustik dünyası. Bulduğumuz şey ise sesin doğal yaşamda şaşırtıcı şekillerde kullanıldığı. Artık Amazon deniz kaplumbağalarının daha yumurtalarından çıkmadan sesler çıkarıp bu sayede doğacakları anı doğru hesapladıklarını biliyoruz. Bu esnada, dişi buzul balinaları seslerini alçaltıp yavrularına neredeyse “fısıldayarak” avcıların dikkatini çekmekten kurtuluyor.


İklim değişikliği ses manzaralarının doğasını değiştirmekte de rol oynuyor. 2019 yılında yapılan bir araştırmada sıcaklıklar yükseldikçe ve hava örüntüleri değiştikçe “bireyler arasındaki iletişimin sınırlarının” da değiştiği belirtildi. Sesin seyahat ettiği hava, su ve karadaki bu çeşitlilik sadece sesin kalitesini değiştirmekle kalmayıp aynı zamanda ses üretiminin kendisini de etkiliyor ve türleri bu yeni koşullara uyum sağlamaları konusunda zorluyor. İklim değişikliği su altını da daha gürültülü hale getirdi. PeerJ dergisinde yayınlanan güncel bir makale bu yüzyılın sonuna kadar bazı yerlerde gemilerin seslerinin beş kat daha gürültülü olacağını buldu. Bu tarz değişiklikler, su altında yaşayan ve işitsel duyularını görsel duyularından  daha fazla kullanan ve ses ile yalnızca iletişim kurmakla kalmayıp aynı zamanda toplayıcılık yapan, çiftleşen, beslenen, yavrularının yerini bulan; kısaca hayatta kalan türler için felaket sonuçlara yol açabilir. 



Doğal ses manzaralarımızı ve temsil ettiği hayatın karmaşık ritmini bozan değişiklikler insanları da etkiliyor. “Kurbanlar bunun bilincinde olmasa da bu seslerin birçoğunun insanların (ve insan olmayanların) dünyalarında stres kaynağı olduğunu daha yeni anlamaya başlıyoruz” dedi Krause. Günümüz ses manzaralarının çoğunluğunu oluşturan mekanik ses, bir sağlık sorunu – bu sese maruz kalınmasının stres seviyelerini arttırmada, uyku sorunlarında, kalp hastalıklarında ve hatta çocuklarda bilişsel sorunlara yol açmakta rol oynadığı keşfedildi. Fakat ses kirliliği, diğer kirlilik çeşitlerinde de olduğu  gibi, her insanı eşit bir şekilde etkilemiyor ve en ağır sonuçlarla fakir ve marjinalize gruplar yüzleşiyor.


Doğal seslerle insan sağlığı ve huzuru arasında bağlantı kuran birçok çalışma var. Ses manzaraları toplum sağlığıyla kesişim içerisinde – kulak tırmalayıcı gürültü sağlığımızı olumsuz yönde etkilerken doğal seslerin yenileyici ve sakinleştirici etkilerinin yanı sıra psikolojik faydaları da olduğu bulundu.

 Bilim insanları, doğal ses manzaralarımız ufaldıkça doğal yaşamla olan güçlü bir bağımızın kaybolabileceğinden endişeleniyor. “En büyük endişem doğayla olan bağımızın kopması. Ses duygusal bir tetikleyici olduğu için bizi doğaya bağlıyor. Mekâna olan duygusal bir köprü.” Dedi Pijanowski. Örneğin kuş sesini, Simon Butler’a göre “doğayla olan ilişkimizi tanımlayan bir parça” olan kuş sesini, ele alalım. Butler, kuş türlerindeki kaybın Kuzey Amerika ve Avrupa’da baharın sesini değiştirdiğini bulmuş olan bir araştırmanın başyazarı. “Bu sonuçlar, insan sağlığı ve huzuru adına muhtemel geniş çaplı etkilerle birlikte, baharın tema müziğinin daha sessiz ve daha monoton hale gelmekte olduğunu ve insanların doğayla etkileşime geçmekte kullandığı temel yollardan birinin kronik bir gerileme yaşadığını gösteriyor.” dedi Butler.

Ses çevresel eylemi harekete geçirmek için de önemli bir araç olabilir. Fakat doğayla olan bağın zayıflaması bunun önüne geçebilir – ses manzaralarına gelecek olursak, yalnızca ekolojik çevremizin bütünsel anlayışını kaybetmiyoruz, aynı zamanda ekolojik çevremizdeki yerimizi de kaybediyoruz. “Dikkatimizi yaşayan Dünya’nın seslerinden uzaklaştırıp içe, insana yöneltmeye çalışan sistemlere gömülmüş bir şekilde yaşıyoruz.” Diye yazıyor David George Haskell. Değişen ses manzaraları, daha sonra doğayla olan değişen ilişkimizin kayıtları haline geliyor. “Ses krizi kıtalar ve okyanusların küresel çapından şakıyan kuşlar ve şehir sakinlerinin bireysel çapına kadar uzanıyor. Tüm bu skalalarda bir dikkatsizlik krizi yaşıyoruz. ‘Dinlememek’ bir çeşit ses kaybı.”. Tanıklık ettiğimiz şey Butler’ın deyimiyle yalnızca doğada geçirilen zamanın azalmadığı fakat ayrıca doğal ses manzarasının  kalitesinin de azaldığı bir “deneyim yok oluşu”.

Şu anda bilim insanları sesleri, restorasyon çalışmalarını görüntülemek için kullanıyor, hatta resif topluluklarını yeniden inşa edip hayata döndürmek için sağlıklı mercan resifi seslerinden yararlanılıyor. Makine öğrenimi, ormanlardaki anormal sesleri dinleyerek yasadışı orman kesimlerini ve odunculuğu saptamak için kullanılıyor, biyo-akustikler bilim insanlarının 2016 yılında Arunachal Pradesh bölgesinde keşfettikleri Himalaya ardıç kuşu gibi yeni türlerin tanımlanmasında bilim insanlarına yardım ediyor, aynı zamanda Sounding Nature gibi geniş çaplı haritalama çalışmaları daha sonrasında sanatçıların eserlerinde yeniden yorumlayıp kullandığı doğal ses manzarası arşivleri oluşturuyor. Butler gibi bilim insanları da türlerin yok oluşunu engellemek ve ekosistemlerimizin sağlığını yenilemek için gerekli olan koruyucu eylemleri belirlemek için geçmişin ses manzaralarını yeniden inşa edip gelecekte olabilecek değişiklikleri tahmin ediyor.


Krause’un Grist’e dediği gibi, “Bizi dışarı çeken, sakinleştiren ve ruhlarımızı tazeleyen bu ortamlar olmadan, insan kültürü distopik ve patolojik bir hale bürünür.”


Çeviren: Onur Oruç

Metin Kaynağı: Ananya Singh



bottom of page